1 Şubat 2011 Salı

Mavi Gümüş (16)

İşten çıkınca gördüğü gözler Aytülün tüm ızdırabını bir anda alıp yok etmeye yetmişti. Görkemi, elleri ceplerinde bakışları uzaklarda  bir yere bakar gibi bekliyordu işte karşı yolda. Bir an ona şaka yapmayı düşündü, gizlice arka kapıdan geçecek, yolun karşısına daha uzaktan geçip arkasından yanaşacak ve sarılacaktı Görkemine. Sonra vazgeçti. Öylesine özlemişti ki onu, bu şakanın hazırlanması için geçecek süreye kıyamıyordu. Mutluluğu yüreğinden tüm bedenine yayılmış ve yüzünde güller açarak ilerlerken karşı yolda görkeme doğru ilerleyen birisini gördü. Aman Allahım, Adil abiydi bu! Bir an ne yapacağını şaşırdı, kalakaldı yolun bu yanında. İşin kötüsü Adil abi de görmüştü onu ve şaşkınlık-gülümseme karışımı bir yüz ifadesiyle kendisine doğru yürümeye başlamıştı. Ama o da ne? Görkemi de onu görmüş ve hemen Adil abinin yanında karşıdan karşıya geçmeye başlamıştı. İkisi o kadar yakın yürüyordu ki görenler birlikte olduklarını sanırdı. Aytül şaşkınlık ve ne yapacağını, ne düşüneceğini bilmez bir halde bekliyordu bu hayatında çok önemli yer kaplayan iki insanı; abisini ve sevdalısını..

- (Görkem): Aşkımm
- (Adil ): Aytülll
- (Görkem): ?
- (Adil): ?
- Merhaba Adil abi, Görkem, hoşgeldin.

Aytül'ün sesinin titreyerek ama sakin kalmak için savaşarak söylediklerine gülümsedi Adil ve hemen ortamı devralması gerektiğini anladı.

- Demek bizim kızın gönlünü çalan sensin delikanlı
- Şey, evet efendim

Görkem de kızarmıştı. Ama Adil'in gülen sevgi ve anlayış dolu gözleri ona garip bir huzur vermişti.

- Hadi gelin bakalım çocuklar, biliyorum sevdalı zamanlarınızı geçirmek istiyorsunuz el ele ve yalnız ama Adil abiniz de sizi görmek istiyor biraz.

İkisinin ortasına geçip kollarına girdi ve yürümeye başladılar birlikte. Görkemin kanı nasıl da ısınmıştı Adil'e, sanki gerçek abisiyle kol kola yürüyor gibiydi.

Onları bıraktığında bir anlık ama geçici olduğunu bildiği mutlulukla dolmuştu Adil'in yüreği, yalnızlığına doğru atarken adımlarını. Hep yalnızdı, sürekli yalnız, çıldırasıya yalnız.

- Var ya sen hiç yalnız kalmayacaksın, asla ama! Hep yanında olacağım ben, bana Güzel Aşkı getiren adam...

Sözler... İçi o an tamamen dolu, ama geleceğe yenilen sözler. Bir erkeğin kalbi o kadar küçüktür ki kadına nazaran, ama o küçük kalp bir kere inanmaya görsün, neredeyse tüm insanlığı kucaklayacak kadar büyür. Neredeydi şimdi ha? Neden yoktu ki, neden gitmişti? Kızamıyordu ona, nefret edemiyordu, ne yargılayabiliyordu, ne bağışlayabiliyordu. Erkek incinince tamamen yok olurken, kadın bir şekilde tutunabiliyordu hayata. Oysa hiç bir şey yapmamıştı ki, sevmekten başka. Hiç, ama hiç bir şey düşünmemişti ne öncesini ne sonrasını. Sadece sevmişti, tüm benliğiyle sevmişti. Acaba sevdalanmak hata mıydı? Böylesine sevdalanmak, iç verircesine, içine alırcasına akmak. Yıllarca sarsılmış, bu sarsılmalar biter sanmıştı, ama olmamıştı. Onu içinden atmadıkça da olmayacaktı ki. Ama nasıl? Nasıl atabilirdi ki, bunu nasıl başarabilirdi?

Yürürken ve bunları düşünürken yorgun beyni, bir türkü mırıldanmaya başladı, melodisi acıklı, acıtan. Acı... Acı mı insanlara geliyordu, insanlar mı acıya yürüyorlardı. O'ndan sonra attığı her adım gibi, her adımda acıya yürümesi gibi. Bu düşüş ne zaman sonlanırdı ki? Ne çok soru vardı etrafta böyle, soru iklimi, soru yağmuru yağdırıyordu dört bir yanına ve onun açacak ne bir şemsiyesi, ne de kaçacak bir köşesi vardı.

- Sorular yok bizde sevgilim, cevaplar var sadece, bizim cevaplarımız. Ben böylesine sana bağlanacağımı bilmiyordum, ve çok soru sordum kendime Adilim, ama baktım ki bir cevap var, sadece tek.. Güzel Aşk...

Keşke şimdi sorabilseydi ona "neden"? Neden ki? Tabakasını çıkardı ve sarmaya başladı kız saçlısını. Şose bir yola sapmış yürüyordu, elleri misketlerinde. Kaybetmişti, kayıplardaydı. Onu kimse anlayamazdı, O bile!
Gözleri yaşarmayalı kaç zaman geçmişti, yüreğini söküp çıkardığında. Kendini öyle yalnız hissediyordu ki; sanki o bu dünyaya aitti tek ve diğerleri misafirdi. Bastığı her toprak parçası onundu, dolaştığı her diyar kendine aitti sadece. Toprak nasıl da çekiyordu tenini. Ölüm nasıldı acaba? Gözler cansızlaşınca, o son gördüğü ışık yavaş yavaş karanlığa bürününce. İnandığı her şey geride kalırken, ruhu acaba ancak o zaman mı özgür kalacaktı? Belki de özgürlüktü ölüm. Herkesin peşinden koştuğu, sahip olmak istediği özgürlük belki de bu dünyaya ait değildi ki zaten. Gözlerindeki nemi kurutalı kaç zaman geçmişti de içindeki kuraklığı kabullenememişti bir türlü.

Yanından, berisinden geçen insanlar hangi yöne gidiyorlardı? Biliyorlar mıydı ki bu adam yönsüzdü artık, enlemsiz, boylamsız, noktasız... Ellerini sıktı bilyelerindeki. Hayatı da böyle sıkabilir miydi? Ellerine alıp oynayabilir miydi yaşamla? Hava kararıyordu Adilin üstüne, İstanbul gözlerini yummuş dağılmasını bekliyordu avucuna aldığı şehir insanlarının. Sonra o gözlerini tekrar açacak, kirpiklerine en siyah rimeli sürecek, göz kapaklarını koyu laciverte boyayacaktı. İstanbul seviyor muydu acaba Adili?

- Neden seviyorsun geceleri bu kadar aşk?

Geceler yalnızdı da ondan. Geceler kucaklardı terkedilenleri. geceler sarmalardı yalnız ruhlarını. Geceler boyu ağlanırdı. Bir yalnızı ancak başka yalnız anlardı çünkü. El uzatmazdı, öylecene gelir yanına oturur, susmadan konuşurcasına konuşmadan susardı. Elini uzatmazdı, uzatılan her el nasılsa bir gün bırakıyordu birden bire, parmaklarını bile gevşetmeden.

- Seni hiç bırakmayacağım Adilim, hiç ama hiç...

Uzun yollar akarken üstüme
Yalnız seni sevdim ben
Küçük periler geldi üstüme
Yalnız seni sevdim ben
Akarken ateşler üstüme
Yalnız seni sevdim ben
Acıyı örterken üstüme
Yalnız seni sevdim ben
Veda ederken kendime
Yalnız seni sevdim ben
Yalnız sevdim ben
Yalnız sevdim....
Yalnızdım... sevdim...
Sevdim... yalnızdım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder