9 Mayıs 2011 Pazartesi

Ahşap Yürekli

Şömineye attığım ıslak odunlardan süzülen duman gözlerimi yakmıştı. Gözyaşı hep yakardı gözleri, sanki bir diyet gibiydi ağlamak. "Sen ahşap yüreklisin" demişti kadın ayrılırken, gözlerimin içine bakarak. "Çok çabuk tutuşuyorsun ve çok yanıyorsun!". O an ne diyeceğimi bilememiştim, aklıma gelen binlerce kelimenin arasında boğulmuş, sessiz kalmanın ezikliğine sürmüştüm kader atımı olanca hızıyla. Giderken yumruklarımı sıkmıştım ister istemez, sinirlendiğim belki de şu an şöminede yanan odunlardı yüreğimle birlikte.

Acı duymaya o kadar alışmışım ki, acıların sızısı olmayınca içimde derin bir boşluk varmış gibi. Ara sıra kurguladığım hayal orduları bir zafer daha kazanınca düşümde, geçici mutlanmaların oyuncağı oluyordum aslında. Kendimi tartmanın artık zahmet verdiğini anladığımda kesmiştim içime dönmeyi. Küsmek lazım içine, evet, bazen. Ve bu "bazen"leri iyi ayarlamak gerek.

Bu dağ evi dayımın av merakına yenik düştüğü zamanlardan kalma, içerideki üç-beş eşya da karısından saklayarak getirmelerden. Çocukken bana vermediği öğütleri merak ederdim dayımın, ve bana verilenleri değil, verilmeyenleri özleyişimin sebebiydi bu. Bazen üç telli bağlamasını çıkarır, her defasında aynı türküyü çalardı, ve her defasında aynı yerinde durur, gözlerini kısar, birisini düşünür ve tekrar devam ederdi. O türküyü hiç dinleyemedim, dayımı izlerken. Yaptıklarıma değil, yapmadıklarıma özlemim de bundan.

Okuldan ilk kaçışımda, bir kızın elini ilk tutuşumda, ilk ergenlik hormonumda, hep kaçış vardı; bu hayatımdan içimdeki dünyama. Sözleri kıskanırken yüzlere gülümseyişim de bundandı; almak, biriktirmek ve sonra içimde yakmak için ne varsa. Aslında hep yaktım, tutuşturdum bir şeyleri. Umutları, acıları, aşkları, tutkuları, ne varsa bana gelen, yaktım ahşap yüreğimde. Ben olsun istedim belki, ben yapmak, ben kılmak. Onlar yanarken yürek çeperime dolan isi hesaba katmadan, erimeleri, yok olmaları düşünmeden.

Herkes kendine döner ya, dönemeyenlerin öykülerini yazmak istedim ben. Kendini öylecene bırakanların, dinlemeyenlerin hiç bir şeyi. Başkasının sesi olmak, bir müzik enstrümanı çalmak gibi oysa; tellere vuran sensin ama sesi çıkaran o...

Bir kadeh şarap koymalı şimdi, odunlar da kurudu bak, çıtırtılı alevleri izlemek var artık.
Ahşap yürekler yanmaya mahkum,
ateş onları yakmaya,
ısınmak isteyenlerse
biten oduna bir yenisini atmaya...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder